Küstüm çiçeği
Zelin Artuğ
Nice zamandır yazmıyorum. Yazmaya küstüm. Küstüm çiçeği gibiyim. Aslında bu bitkiye halk arasında ‘küstüm otu’ da deniyor. Nedense kendime otluğu yakıştıramadım. Çiçekliği yakıştırdım mı? O da tartışılır.
Küstüm otu, dokunulmaktan hoşlanmayan otlardan birisiymiş. Dokunulduğunda yaprakları kapanırmış. Daha sonra kendi kendine yeniden açılırmış. Depremlerde, sarsıntıları anında hisseder; yaprakları, depremden önce kapanırmış. Önsezileri güçlü bir çiçek…
Belki kendine uzanan bir insanın ruhundaki depremleri de ölçebiliyordur. Küstüm çiçeği yerine, küstüm otu adının toplumda daha çok kabul görmesinin de bir nedeni olmalı. Demek ki küsmek, otsu bir davranış…
Çiçekler öyle mi ya? Çiğnenir, koparılır, sapından kesilir, insanların çoğunlukla çıkar umdukları adreslere yollanır, küsmez! Her mevsimde yeniden açar.
En çok da dalından koparılmış çiçeklerin mezarlık ziyaretlerinde ölüyle buluşturulmasını yadırgıyorum. Düşünsenize, masmavi gökyüzünün altında, ılık bahar rüzgârlarının başınızı okşadığı bir çiçeksiniz… Sizi dalınızdan koparıp, soğuk bir mezarın üzerine bırakıyorlar. Hüzünlü kuş ötüşlerinin gecenin ürkütücü karanlığında yankılandığı bir mezarlıkta… Üstelik küstüm çiçeği de değilsiniz; yani bir kez kapandıktan sonra yeniden açılmanız da söz konusu değil…
Mezarlık bekçisi ya da bir ziyaretçi gelecek; sizi alıp ağlama mendillerinin de atıldığı çöp kutusuna atacak. Sonrasında sizi kimseler hatırlamayacak. Çöplere karışıp gideceksiniz. Mademki her canlı gibi siz de ölümü tadacaksınız, bari ince ruhlu bir insanın kitabının arasında kuruttuğu bir çiçek olsaydınız.
…
Küstüm otları için hayat daha kolay. Dokunulduklarında kapatıverirler yapraklarını. Ona dokunanlar uzaklaştıklarında yeniden açılırlar. Tek olumsuzlukları ot diye adlandırılmak… Tabii buna olumsuzluk denebilirse…
İnsanın insanı bitki veya hayvan adlarıyla nitelendirmesine cahillik karışınca ipin ucu kaçıyor. İş “cahilden dostun olacağına âlimden düşmanın olsun” dedikleri kadar var. Birine ‘aslanım, koçum, kuzum, ceylanım, bülbülüm, kartalım vb’ derseniz bu sıfatlara layık gördüğünüz kişilerin keyfine diyecek yoktur! Siz, siz olun, sakın birilerine ‘öküz, eşek, tilki, inek, sivrisinek, ayı, koyun, çakal, çiroz vb’ demeye kalkışmayın. Ya da çocuğunuza ‘fidan, selvi, funda, gül, yasemin, çiğdem’i ad olarak yakıştırırsınız da ‘ot, karaçalı, ısırgan, mantar vb’ adı koymazsınız. Belki o nedenle bazıları ‘küstüm otu’ yerine ‘küstüm çiçeği’ demeyi uygun görmüş olmalı.
Birilerine “ot!” demek neden hakaret sayılır? ‘Serap’ sözcüğündeki sükseye bakar mısınız? Serap, susuz bir çölde aç susuz ilerlerken, bir su birikintisi görme hayali değil midir? Oysa etobur, otobur tüm canlıların hayatı ‘ot’ a bağlı!.. Doğada ‘ot’ varsa, su da vardır. Suyun olduğu yerde de hayat!..
Belki de bütün sorun ‘ot’ un bütün ezilmelerine karşın hiç ses çıkartmamasıyla ilgilidir!.. Kendimize benzettiğimiz için sevmiyoruzdur!.. Belki hiçbir şey bize benzemezse, biz de bize benzemeyiz diye düşünüyor olabiliriz!..
Toplum olarak, bir Ortaçağ karanlığında önümüzü görememekten, hep birlikte dardayız… Bu kez de çaresizliğimiz uzun sürdü… Bu kadar kadere inanmak yerine, özgürlüklerimizin üzerine gelindiğinde, küstüm otu gibi biraz küsebilseydik… Sadece bu yüzden bile herkes hareketlerine şöyle bir çekidüzen vermek zorunda kalabilirdi. Küsmek, genel olarak sevimsiz bulduğumuz bir davranış olsa bile değiştirici bir gücü de vardır. Bu yönüyle devrimci bir eylemdir. Kadercilikle, boyun eğmeyle mukayese bile edilemez.
…
Zelin Artuğ (Ülkü Öztürk Göçmen)