Kral Hubris ve Unicorn
Zelin Artuğ
Gökyüzü bütün ihtişamıyla gürledi. Yedi cihandaki tek boynuzlu atların en şereflisi, en haysiyetlisi Unicorn Cihan, sırtında Kral Hubris’le yeryüzüne doğru kanat açtı. Kral Hubris, bulutların tepesinden tepetaklak aşağı düşmemek için Cihan’ın yelelerine öyle bir yapıştı ki Unicorn dengesini yitirdi, görüş alanını kaybetti, Okyanus’a doğru sürüklenmeye başladı.
Hubris, sonunun Ikarus’a benzemesini hiç istemiyordu. Küçük bir prensken onu masal anlatarak uyutan lalasının masallarından birinde, Ikarus, sonradan adı papazlar tarafından değiştirilip Mediterranea yapılan White Sea’ye düşüp ölmüştü. Ama Ikarus, Hubris kadar şanslı değildi. Kendi balmumu kanatlarıyla uçmaya çalışmıştı. Oysa Hubris, işini sağlama alır, her zaman başkasının kanatlarıyla uçardı. Yine de Mediterranea, Ege ya da White Sea denilen denizlere düşmeye hiç niyeti yoktu. Musilajın içinde debelenerek boğulmaktansa, USA’daki Özgürlük Heykeli’nin boynuna sarılıp paçasını kurtarmayı isterdi.
Kral Hubris, Şerefli ve haysiyetli at Unicorn Cihan’ı mahmuzladı. At huysuzlandı. Hubris, kendisini yedi cihanın imparatoru ilan etmişti etmesine de bir şu şerefli at Cihan’a sözünü geçiremiyordu. Kral, atı mahmuzladıkça at huysuzlanıyor, onu sırtından atacak yer arıyordu. Bu ölümlü dünyada krala saygısızlık etmeyi kendine yediremiyor, şerefini ve haysiyetini korurken bir yandan da gemini ve semerini süsleyen çil çil pulları ve sırtındaki kralı korumaya devam ediyordu.
Böylece döşüne Hubris’in tekmelerini yiye yiye bütün Ortadoğu’yu, Orta Afrika’yı dolaştı. Tam Amerika kıtası üzerine gelmişlerdi ki Kuzey’le Güney’in arasında yer alan bir ülkenin semalarına vardılar. Şerefli ve haysiyetli Cihan’ın semer cebindeki MP3’e Hubris’in mahmuzu değince, Neşet Ertaş’ın Bozkır Türküleri yankılandı Venezuela semalarında.
Buğdaylar yeni başak vermeye başlıyorlardı. Bozlak havalarıyla coşan başakların cümlesi salına salına Ankara havası oynamaya koyuldular. Arada bir tarlalara dalan tarla kuşları bir başağın tepesini koparıp göğe yükseliyor, onların gagalarından çıkan sesler, adeta bir kaşık havasıyla buğdayların bir o yana, bir bu yana salınmasına eşlik ediyordu.
Kral Hubris, o anda kararını verdi. Bu geniş tarlalar onun olacaktı. Daha çok buğday, daha çok un; dolayısıyla paket paket makarna demekti. Makarna deyip geçmek, cahillere yaraşırdı. Bir ülkenin makarna depoları, silah depolarına eşdeğerde bir stratejik önem taşıyordu.
Hubris, gelecekte kazanacağı zaferleri düşünüp gülümsedi; şerefli ve haysiyetli at Cihan’ı mahmuzladı, sarayının yolunu tuttu.
…
Saraya gelir gelmez, dalkavukları koşup onu karşıladılar. Hubris, yeri göğü inleten bir sesle gürledi:
“ Eeeyyyy bre gafiller! Ben sizlere tam 444 adet makam aracı tashih ettim! Sizler otoyolları bu araçlarla doldurup kralınızı karşılayasınız diye! Ama bakıyorum ki sizler yalınayak, başıkabak koşarak karşılıyorsunuz kralınızı! Nerede bu araçlar?”
Baş dalkavuk, düğmesiz cübbesinin iki yanını eliyle birleştirip yerlere kadar eğildi, cılız bir sesle:
“Benzine bu sabah, daha kargalar kahvaltılarını yapmadan, yirmi dördüncü kez zam yapıldı haşmetli kralım! Bizler, vatanseverler olarak, hazinemizi düşündük ve tabanvayı tercih ettik efendim!” dedi.
Bir dalkavuk öne atıldı:
“Haşmetli kralım! Yokluğunuzda çok faydalı icraatlarımız oldu, efendim. Ambulans helikopterlerini toplatıp garajlara çektik. Bu helikopterleri, dini vecibelerini yerine getirebilsinler diye, doksan yaşının üzerindeki hacı dayılarımızla hacı teyzelerimizi Mekke’ye taşımakta kullanacağız.”
Bir başka dalkavuk söze karıştı:
“ Efendim, sayın bakanımız ‘En ucuz tedavi hiç hastalanmamaktır’ diyerek yeni sağlık projesi kapsamında hasta olmayı yasaklayınca ne ambulansa ihtiyaç kaldı, ne doktora, ne de Merkezi Hekim Randevu Sistemine… Dolayısıyla hazinenin üzerindeki büyük bir maliyet kalemi daha kalkmış oldu böylece.”
Baş dalkavuk, öteki dalkavuklara ters ters baktı:
“ Kralımız yoldan geldi, yorgundur! Konuyu dağıtmayalım baylar! Biz fedakârlık yapacağız ki herkese örnek olalım. 444 makam aracını ülkemizin bekasını düşünerek garajlara çekmiş bulunuyoruz, efendim. O nedenle, haşmetli kralımızı karşılamaya konvoyla gelemedik, affınıza sığınıyoruz kralım!
Kral Hubris gürledi:
“Bre diplomalı cahiller! Okuduğunuz medreselerde size itibardan tasarruf olamayacağını öğretmediler mi?! Tez bütün akaryakıt istasyonlarındaki benzini bloke edin! Bütün stoklar saraya gelecek! Bundan sonra halka benzin yok! Atalarımız gibi atla, öküzle, mandayla, eşekle, deveyle gitsinler gidecekleri yere!”
Baş dalkavuk, mahcup bir şekilde başını öne eğdi:
“Haşmetli kralım, güzel söylersiniz, iyi söylersiniz de önümüz kurban… Fakir fukara et bekler! Bütün hayvanlar taşıma işinde kullanılırsa fakir fukaraya ne dağıtacağız? Malum, üst komşularda kavga var. Ne buğday geliyor onlardan, ne un! Makarna da koyamıyoruz kolilere!”
Hubris, sağ elini sol göğsüne bir iki kez hafifçe dokundurdu, baş dalkavuğun kulağına eğildi:
“Yakında buğday silolarımız ve makarna depolarımız dolup taşacak. Ben yorgunluk çayımı yudumlarken, siz tepesine bindiğim şu çürük şerefsizi kesip fakir fukaraya dağıtırsınız!” dedi.
Bunu duyan mitolojik kahraman şerefli ve haysiyetli Unicorn Cihan, başını bulutlara kaldırıp önce bir kişnedi; sonra ani bir kararla silkinerek Hubris’i tepesinden attı. Hubris havada perende atarak düşerken, şerefli ve haysiyetli Unicorn Cihan çoktan kanatlarını açmış, bulutların arasında kaybolmuştu bile.
Ütopik ülkesi Katmisya’ya doğru uçtu, uçtu, uçtu…
Zelin Artuğ (Ülkü Öztürk Göçmen)
258 okunma