ÇATI KATI
Zelin Artuğ
Tek katlı, eski bir ev… Ahşap pervazları eskimiş, boyaları pul pul kalkmış bir pencere… Pencerede küçük, cılız bir çocuk… Solgun yanaklarını avuçları arasına almış, karşıki boş arsada top koşturan çocukları izliyor. Şu anda dünya yansa dönüp bakacak durumda değil. Tek istediği bir top! Topu olmayan küçükleri oyuna almıyor büyük çocuklar. Topu olanları maça alıyorlar da ne oluyor sanki? Küçüklerin işi, arsanın dışına kaçan topların peşine düşüp geri getirmek ve topu büyüklerin ayağına atmak…
Arsanın bitiminde belediyenin parkı var. Parkta bakımsız birkaç ağaç… İçi boş bir süs havuzu… Havuzun içinde boş pet şişeler, gofret, çikolata kâğıtları, kirli naylon poşetler… Hatta yırtık pırtık bir yün bere bile var. Neden süs havuzu yaparlar ki parklara? Neden su olmaz ki bu havuzlarda? Hatta neden park yapar ki belediyeler? Hapishane avlusu gibi üç beş havalandırma yeri, bu devasa taş yığınlarının arasına sıkıştırılmış tutsak bedenlerin neyine yetmiyor?
Parkın, boyaları dökülmüş, dökülmeyen yerlerine de çakıyla müstehcen sözler kazınmış banklarından birinde yaşlı bir adam… Paltosunun yakalarını kaldırmış, iki eliyle abandığı bastona çenesini dayamış, yapayalnız oturuyor. Çocukları büyümüş, oraya buraya dağılmış, onu ne arayan var, ne soran!
Az ileride, büyük bir mazının gölgesi altındaki bankta iki yeni yetme, okul formalarıyla el ele oturmuşlar. Oğlan, kıza hararetle bir şeyler anlatıyor. Kız, bir eli oğlanın elinde, ötekiyle kareli eteğinin pilileriyle oynayarak ve iki ayakkabısının burunlarını birbirine tokuşturarak onu dinliyor gibi yapıyor, dinlediğini göstermek için de arada bir gerekli gereksiz, sesli sesli gülüyor. Oğlan, kızın elini bırakıyor, ona biraz daha yanaşıp elini kızın omzuna atıyor. Birazdan, etrafı kolaçan edip kimsenin kendilerine bakmadığından emin olunca, kızdan bir öpücük koparacak olmanın heyecanını yaşıyor. Kız, ani bir kararla ayağa kalkıp “Kalk hadi, otobüsü kaçırmayalım!” diyor. Oğlan kızarıp bozarıyor, düş kırıklığına uğramış bir suratla ve bunalmış gibi kravatını gevşeterek kalkıyor. Kız, atik adımlarla önden yürürken, oğlan sırtında taş taşıyormuş gibi ayaklarını sürterek, yerdeki bir kozalağı yürüme yolunun dışına şutlayarak kızın arkasından yürüyor.
…
Herkes bir şeyler bekliyor şu ‘ömür treni’nin kısacık yolculuğunda. İstasyonlar kalabalık… Her istasyonda inenler, binenler var. Galiba binenlerin sayısı inenlerden biraz daha fazla… Hal böyle olunca da vagonlar dolup taşıyor, o hengâmede yolcuların ömründen ömür eksiliyor. Bazen ineceği istasyonu şaşırıp erken inen; bazen de dalgınlığa düşüp gereksiz yere yolu uzatan yaşam yolcuları…
Bu trende en şanslı olanlar, kendilerine cam kıyısında bir yer bulmuş olanlar… Yol boyunca ‘ömür treni’ne binip inenleri, yükü ağır olanları, yüklerini hamallara taşıtanları, yüksüz yolculuk yapanları ilgiyle izliyor ve sayfalara not düşüyorlar.
…
Ressam, yazar, şair dendiğinde, bazılarının aklına ilk gelen, çatı katında bir odadır. Deniz ya da dağ manzaralı bir oda… Dört yanı kitaplık olan, bu sessiz, sakin odada kim bilir ne güzellikler yazılıp çizilir?
Ressam için şövale, tuvaller, akrilik, pastel, yağlıboya, suluboya, boy boy fırçalar… Tineri, beziryağı, paleti, ıspatulası, kâğıdı, kabı kacağıyla, bir atölye…
Yazar için bir çalışma masası, bilgisayar, bloknotlar, kalemler, dosyalar, kitaplar, kitaplar… Hadi bir de yorulunca uzanıp kitap okumak için bir şezlong, bir de çay kahve makinesi olsun! Kaldı mı bir eksiklik?
…
Olmaz mı? İnsan yok bu sahnede! Yüzlerce türü olan kuş yok! Yağmur bulutları, dalgaların kıyıya vuran sesi, denizyıldızları, köyün deresinde oynaşan tatlı su balıkları, rüzgârın yapraklar arasındaki hışırtısı yok! Çocukluk, yaşlılık, gençlik yok! Kendinden büyük kırıntıları yuvaya taşıyan karınca, kazma kürek sallamaktan avuçları nasır tutmuş işçi, pamuk tarlasında pamuk toplayan yüzü kavruk köylü yok! Bozkırlarda doludizgin koşan yılkı atı, zabıtadan kaçan seyyar, gece kuşları, saatin tik takları, köprüde olta atan amatör balıkçılar, batan güneşin kayalıklara vuran kızıllığı, tekir kedi, kır çiçekleri yok! Kaldırımda kitap satan üniversiteli, maydanozlara, marullara dadanmış tırtıl, oyuncağını düşürünce ağlayan bebek, sokak köpekleri, ekmek kuyruklarında bekleşen insanlar yok!
Görünen o ki yazacak bir şey de yok bu çatı katında, çizecek bir şey de…
Zelin Artuğ (Ülkü Öztürk Göçmen)
442 okunma