En tehlikeli virüs
Zelin Artuğ
Tarihî kaynaklar ikinci dünya savaşında 80 milyon kişinin öldüğünü söylüyor. İstatistiklere göre her yıl dünyada 10 milyon kişinin açlıktan öldüğü saptanmış. Bu rakamlara göre, dünyada 8 yılda bir, ikinci dünya savaşındaki ölü sayısı kadar insanın açlıktan öldüğü anlaşılıyor. Yani bu gözü kana doymaz insanlık, her yüzyılda yaklaşık 13 dünya savaşındaki kayba bedel insanı açlıktan öldürüyor! İnsanları vuran açlık, en tehlikeli virüstür. En çok, dünyanın en yoksul coğrafyalarında can kayıplarına neden olan açlık virüsü!
Paylaşım savaşları, salgın hastalıklar, iş cinayetleri, intiharlar ve trafik kazalarını da göz önüne alırsak, dünya bir ölüm makinesi haline gelmiş! Bütün bunlar, üç beş bencilin lüks içinde yaşaması için! İlginç bir biçimde, insanlık büyük bir aymazlık içinde!
Dünya böyle tepetaklak felaketten felakete sürüklenirken ve erk sahipleri bu ölüm makinesinin dümenini ellerinde sımsıkı tutarken, yaşadığı çağın tanığı olup sonradan sanığı ilan edilen aydın ve sanatçılar, ille de öte dünyayı dert edenler gibi ölüme değil, yaşama hesap sorarlar.
Bu hesapsızlığın lakaytlığıyla çoğu kez zamansız ölümler gelir, çekip çıkarır onları yaşam sahnesinden! Yaşama hesap soranlar azaldıkça şarlatanlar çoğalır. Sahte peygamberler, sahte aydınlar, sahte yazarçizerler, sahte diplomalı meslek sahipleri türer. Diploma demişken, camlatıp duvara asılan bir kartondan, bir isimden ve bir mühürden ibaret değildir bir diploma. Liyakat yoksa hamurunda, hakikat de yoktur!
…
Antonio Skarmeta’nın Ateşli Sabır adlı bir kitabı var. Bu kitap, Il Postino adıyla 1994 İtalya yapımı bir filme de uyarlandı. Film, Postacı adıyla 1996’da bizim sinemalarda da gösterime girdi.İlk gösterimi 1 Eylül 1994′te Venedik Film Festivali’nde yapılan Postacı(Il Postino) en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu dallarında Oscar’a aday gösterildi, en iyi orijinal şarkı dalında bu ödülü aldı.
Pablo Neruda, siyasi sebeplerle ülkesi dışında yaşamak zorunda kaldığı sürenin bir kısmını İtalya’da küçük bir adada geçirir. Mektuplarını taşımakla görevli, naif bir kişiliği olan postacı Mario, Neruda’yla kısa zamanda mesafeli bir dostluk kurar. Mario Jimenez… Hani Neruda’nın “otururken değil, yürürken düşünmeyi öğütlediği” Mario… Hani alçak Pinochet’nin zaferinden sonra kafayı yalnızca şapka taşımak için kullanmak zorunda kalacağını anlayıp kahrolan Mario…
Bizde de öyle olmadı mı?
Seksen sonrası işçiler, emekçiler kafayı yalnızca kasket taşımak için kullanmak zorunda bırakılmadı mı? Otuz yıl yalnızca kaskete yoğunlaşan kafa, kasketi çıkarınca üşür! Üşüyen kafaya el çabukluğuyla bir takke giydirilecek olursa hiç itiraz edilmez. Sonra da göçük başında tekbirle, duayla “kurtarma faaliyetleri” yapılır. Bu katliam gibi kazaların hesabı sorulmadığı gibi, hesap el çabukluğuyla kapatılır. Yaşama hesap soranlar azaldıkça, yaşamın izbe mi izbe sahnelerinde ölüm kol gezecek, dünya iyiden iyiye kan topuna dönecek.
Söyleyecek sözü, yazacak sözcüğü varsa, bazen susarak konuşur, sustuğu gibi de yazar insan! Bazen hayat ve olaylar bizi seçse de eninde sonunda… “böyle de olmaz ki!” diyerek, öznesiz tümcelerin eylemi olup resti çekmeyi bilmek gerektiğini düşünüyorum. “Böyle de olmaz ki!” öznesiz bir eylem gibi görünse de toplu bir başkaldırıdır! Tek tek oluşlarda özne, ama öznenin giderek çoğalan “biz” olduğu bir başkaldırı! İyinin yanında saf tutup kötüye meydan okumak!
Can cana…
…
Zelin Artuğ (Ülkü Öztürk Göçmen)