Anasayfa Anasayfa

Çağdışı güvenlik sistemleri


Zelin Artuğ

Büyümenin yavaşlamasından bu yana, yani 70’li yılların ortalarından beri, özellikle de taşeron şirketlerin büyük patronları, çıkar sağlamak için eski makineler iş görmeye devam ettikçe yeni makinelere yatırım yapmaktan olabildiğince kaçınıyorlar. Kuşkusuz bu durum, çok eskiden kalmış bu makineleri kullananların çalışma koşullarını oldukça zorlaştırmaktadır. Geçici işçilerden Alain, XX. Yüzyılın sonlarında bir atölyede güvenlik sistemlerinin nasıl müzelik olduğunu anlatıyor bize:

“Benim ilk işim, bir ilaç endüstrisi fabrikasındaydı. Ürünlerin ambalajlanması işinde çalışıyordum. Kartonları doldurmaktı işimiz. Bu iş için birçok insanın çalıştığı çok hızlı bir çalışma ağı vardı. Başlangıçta işin ağır olmadığını düşünüyorduk, ama bir günde binlerce kartonun elden geçmesi gerektiğini düşünürsek, tonlarca ağırlığında bir iş çıkıyordu karşımıza.

 

Bu iş yerinde, hem çalışma deneyimi kazandım, hem de kazalara karşı deneyimim oldu. Çalışma sistemi hiçbir koruma altına alınmamıştı, acil durumlarda bir mola vermek de söz konusu değildi. Bir gün kolumu yürüyen iki bant arasına koydum ve arada sıkışıp kaldım. Yemek saatiydi, çok az kişi vardı yakınımda. Sonunda bir çocuk olaya müdahale edip makineyi boşa aldı… Çok ağır bir kaza değildi; ufak bir yanıkla kazayı atlattım, biraz da kolum ağrıdı.

Ama güvenlik konusunda gördüğüm en kötü şey, Paris yöresindeki küçük bir metal kalıp presleme atölyesindeydi. İlk kez baskı makinesi görüyordum. Bodrum katında bunlardan altmış kadar vardı. Bu presler büyük değildi, ama çok hızlıydı.

Bu tür atölyelerde insanın ilk dikkatini çeken şey gürültüdür. Başlangıçta, benden başka iki işçinin daha çalıştığı bir ekipteydim. Konuştukları zaman biri ağzını ötekinin kulağına dayıyordu. Önceleri bunu pek hoş karşılamadım. Beni konuşmalarının dışında tutmak istediklerini sandım. Ancak bu davranışın karşılıklı konuşup anlaşmak için tek çözüm yolu olduğunu kavramam uzun sürmedi. Başka türlü, bağırarak bile olsa, anlaşmak olanaksızdı. Ayrıca makinelerin titreşimi de vardı. Aynı anda inip kalkan tüm preslerden yayılan titreşim… İlk günlerde akşam eve döndüğümde, kendimi karaya ayak basan denizcilere benzetiyordum. Gözlerimi kapadığımda her yanımın titrediğini hissediyordum.

Bu atölyede özellikle de denetim çalışması yapıyordum. Preslerin altından geçen metal şeritlerin iyi yerleşip yerleşmediğini denetlemek ve metal bobin bittiğinde makinelere yeniden bobin takmak gerekiyordu. Fiziksel olarak bu çok zor bir iş değildi, yoğun bir iş de sayılmazdı.

Daha sonra, pres atölyelerinde beterin beterini gördüm. Preslerde çok daha zor ve tehlikeli işler yapan operatörler vardı. Örneğin presi yüklemek gerektiğinde… Parçayı bir kasadan ya da arkandaki bir altlıktan alıyorsun, prese koyuyorsun, iyice yerleştiriyorsun, kumanda düğmelerine basıyorsun, parçayı çıkarıp bir başka kasaya yerleştiriyorsun. Görünüşte yaptığın işin hiçbir zorluğu yok gibi, ama bu işi her dört beş saniyede bir yinelediğin ve bunu binlerce kez yaptığın düşünülürse günün sonunda bütün gücün tükenmiş oluyor.

Çoğu zaman, biraz modern makinelerde, presi indirmek için iki pres butonunun yer aldığı bir güvenlik sistemi vardır; öyle ki aleti yalnızca iki elinizle çalıştırabilirsiniz ve ellerinizi ezdirme tehlikesi yoktur. Ama ben, güvenliğin presin dik kısmına asılı, omuz yüksekliğinde hareketli bir metal çubukla sağlandığı preslerde çalıştım. Presi başlattığımız zaman çubuk bizi makineden uzaklaştırmak için gürültüyle geri geliyordu. Hiç değilse, bu çubuğun üstünde köpükten bir koruyucu vardı; her defasında omzunuza bir çubuk darbesi yemeden harekete eşlik etmeyi çabuk öğreniyordunuz. Ama sabahları işe çok erken başladığınız ve sürekli yinelenen bir iş yaptığınız için, bazen uyuklamak gafletine kapılıyordunuz; geri çekilmeyi unuttuğunuz için de çubuk omzunuza şiddetle çarpıyordu.

 

Makinede bir güvenlik önlemi vardı gerçi, bunu inkâr edemem: ama ben hiç durmadan “çubuk sopası” yiyip duruyordum!

Otomobil için parça üreten küçük bir fabrikada, daha çağ dışı, daha da eski presler vardı. Bunları bir başka yerde görseydim, müzelik olduklarını sanırdım.

Bu makinelerde yalnızca kadınlar çalışıyorlardı. Presin karşısına oturuyorlardı; bileklerinde metal kablolara bağlı meşin bileklikler bulunuyordu. Kadın işçi presi harekete geçirdiğinde kablolar geriliyor, işçi kolunu geriye çekiyordu. Bu iş öyle hızlı oluyordu ki çubuğu izlemek çok zor oluyordu.

Bu tarih öncesi çağlardan kalmış sistem bir yana, fabrikada hiçbir yerde güvenlik yoktu. Havada asılı metal bobinler kafanızın üstünde dans ediyor, yer değiştirmek için parçaların bulunduğu kasaların üstünden atlamanız, bobinlerin altından geçmeniz gerekiyordu; kısaca çalışma koşullarınız tamamen berbattı…

Kimsenin umurunda değildi bu güvensiz çalışma ortamı.

Ben fırında, haddehanede, bir çeşit karbon dokumanın üretildiği bir fabrikada da geçici işçi olarak çalıştım. Orada geceleri çalışıyordum. Atölyede yalnızdım. Üç katlı kocaman bir fırın vardı. Ben geldiğimde, makine son hızla dönmek üzere düzenlenmemişti, henüz fırını doldurmak üzere kömür çuvallarını bir palanla yukarıya çıkaracak zaman vardı. Bunlar, ta tepeye çıkarılması, açılması, sonra da fırına boşaltılması gereken 25 kiloluk çuvallardı. Daha sonra ritim hızlandı ve stok yapacak zaman kalmadı. Bu durumda, merdiveni koşarak çıkıp, çuvalları elde taşıyarak çıkarmam gerekiyordu. Yalnızdım. Genel anlamda, güvenlik için gece bekçisine bağlı bir telsiz vardı elimde. Ama bu, kocaman bir aletti, bunu nereye koyacağımı bilemiyordum, çoğu zaman da masanın üzerine bırakıyordum telsizi. Eğer gerçekten büyük bir sorunla karşılaşmış olsaydım, yardım çağırmak için en ufak bir şansım yoktu.

Kömürü yüklemeden önce hazırlamak gerekiyordu. Şantiyede beton karmaya yarayan, alelade bir çöp kutusu kapağı ile örtülmüş makinenin içinde, elinize temas etmesi tehlikeli olan bazı kimyasal ürünlerle kömürü karıştırıyordunuz. Korunma olarak, bulaşık yıkarken kullanılan şu ufak eldivenlerle bir de önlüğünüz vardı yalnızca. Karıştırma işi bitince, karışımı soluyarak beton karma makinesinin içinden çıkarmak gerekiyordu. Ama çıkardığınız madde çok kalın oluyordu. Pompadan geçmiyordu. O zaman karışımı bir fıskiyeyle suluyordunuz. Karışımı sularken bir asit buharı yayılıyordu. Yanık risklerinden ötürü tehlike yaratıyordu bu durum. Ama hiç şikâyet etmemek gerekiyordu. Havalandırmada da sorun yaşanıyordu. Bu atölyede ne kapı vardı, ne de pencere !”

 

Arlette LAGUILLER, Paroles de prolétaire, Plon, 1999

 

Türkçesi: Zelin Artuğ, Ekim, 2008 (Ülkü Öztürk Göçmen)

 

 

212 okunma
1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız (5 oy, ortalama: 5,00 / 5)
Loading ... Loading ...

Yorum yapma kapalı.