Anasayfa Anasayfa

Alın terin düşünceme karışıyor


Zelin Artuğ

“Hız veriyor şimdi yüreğime / daha gür yapraklanacağını düşünmek / budanan ağaçların önümüzdeki yıl.”

(Kemal Özer, İstanbul, 1994)

Gündelik heyecanlarımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi, öfkelerimizi, sloganlaştırdık yıllar içinde. Acaba diyorum, bu yüzden mi sadede gelemiyoruz bir türlü? Böyle de yapmasaydık, bunca haksızlığa, adaletsizliğe, beceriksizliğe, dengesizliğe zor katlanırdık. Sevindik, üzüldük, duygulandık… Sonra duygularımızı uç uca ekledik, türküler yaktık, şiirler yazdık, resimler çizdik! Acaba duygulanmanın kıyılarında çok mu oyalandık? Düşünmeyi öğrenmeyi çok mu savsakladık? Çok mu oturup kaldık, kitaplar ve kitaplarda yazılan sözler arasında? Oysa ayaklarımızın bizi götürdüğü yerlerde çok daha fazlasını öğreniyoruz. Nasıl öğrenmeyelim? Bire bir yaşıyoruz hayatı.

Kemal Özer’in dizelerini alıntıladığım kitabı karıştırırken onun bir dizede şöyle demesi gözüme çarptı: “Sevecen dayanışma”. Hem dayanışma, hem de sevecen… Koskoca kitapta, sayfalar dolusu yazı ve şiir arasında bu söz dikkatimi çekti. Sevecen dayanışma…

Görmeye alışık olduğumuz dayanışma türü genelde sevecen değil, zorunluluktur. Otobüste yaşlıya yer veren genç, sırf eleştirel bakışlardan ve sözlerden kurtulmak için verir yerini. İnsanlar, giysilerini yoksullara bahar temizliği yaptıklarında verirler ancak. Yeni aldıkları giysilerine dolaplarında yer açılsın diye… Belediyeler bir ay iftar çadırı kurarlar; on bir ay boyunca işten atılmış emekçilerin çoluk çocuk ne yiyip içtiğini akıllarına bile getirmezler! Biri işten atıldı mı geride kalanlar, sıra kendilerine ne zaman gelecek diye endişelenip, bunun derdine düşerler! Bu durumda işsiz kalan, kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır. Şairin dediği gibi budanmamıştır o, kökünden sökülmüştür!

 

İşsizlik; işçinin açlıkla, açıkta kalmayla, kendi başının derdine düşmeyle, kendine yetmemeyle cezalandırıldığı bir mahkûmiyettir. Değersizlik duygusu çok az durumda bu kadar katışıksız şırınga edilebilir bir insana. Sermayenin dağılıp yok olmaya terk ettiği işsizine sahip çıkmayan, bunun ihmal edilemez bir sorumluluk olduğunu kavrayamayan, mücadelenin, halen işçiliği devam edenlerle oynanan bir oyun olduğu duygusuyla yetinen bir emekçi sınıfı, kapitalist vahşilik karşısında emeği savunamaz… Kendi içindeki dağılmayı önleyemez.

İşçinin haklarını savunmak, işsizin haklarını savunmaktan geçer. Aksi halde işsizlik, işçi mücadelesinin eylem kırıcısı olur. İşçiler arasındaki güven bunalımı çözülemez. Emekçiler, vahşi patronların ve onların hizmetindeki iktidarların, emekçi sınıfını ısrarla tutmaya çalıştıkları bu aymazlık durumundan kurtulmak zorundadırlar.

İşsizine sahip çıkmayan, hastasına sahip çıkmayan, evsizine sahip çıkmayan, bunu kendisi için sorun etmeyen bir devlete veya hükümete ihtiyacımız olduğunu söyleyebilir miyiz? Hükümetleri daha başka nedenlerle seçtiğimizi söyleyebilir miyiz? Devletin bambaşka görevleri olduğunu söyleyebilir miyiz?

Peki, neden devletler, hükümetler, halkın sorunlarına böyle serserice bir ilgisizlik içindeler? Üstelik hükümetleri eşit oy hakkıyla bizler seçtiğimiz halde…

Din çatısı da, millet çatısı da emekçilerin emekleri üzerindeki sömürüyü kaldırmamış, insanın temel gereksinimlerini karşılayamamıştır. Bu iki kavram, daima kendini kurtarmanın derdinde olmuş, insanlara hizmet etmemiş, tersine insanları, kendilerine hizmet etmeleri için kullanmıştır. İnsanların sorunlarını çözmek yerine, kendileri sorun yaratmıştır.

Emekçi insanların temel sorunlarının gündeme alındığı çatı, ancak emek çatısı olabilir. Bu ise, emekçi insanların bir sınıf olduklarının, esasta bir sınıfa ait olmaktan kaynaklanan ortak sorunlar yaşadıklarının farkına varmalarıyla olasıdır.

Emekçiler, kendilerinin sayıca ezici çoğunluğu oluşturduğu, herkesin eşit oy hakkına sahip olduğu, iktidarların böylece belirlendiği bir sistemin işleyişini kendilerinin lehine çevirmekte öyle bir başarısızlığa uğramışlar, buna inançlarını öyle bir yitirmişler ki, kendi güçlerine inanmak yerine, sistemlerin güçlerine inanır olmuşlar.

Kapitalizm değil de sosyalizm olsa, her şey farklı olurmuş gibi… Peki, nasıl olacak bu? Geriye dönüp devrimler tarihine baktığımızda bunun pek de böyle olmadığını görüyoruz. Belki de sistemi değiştirmeden önce, emekçi kendini değiştirmeli. Bir sınıf olduğunun bilincine varmalı, bir sınıf olduğunun bilinciyle davranmalı.

Sermaye sınıfı, hem kendini, hem işçi sınıfını yaratan sınıftır. Bu nedenle ortaya çıktığı günden beri, bir sınıf olduğunun bilincindedir.

Emekçinin kendini toparlayamamasının, sürekli savrulmalar yaşamasının nedeni ise edilgin bir yaratılan olması ve bunu idrak etmekte zorlanmasıdır. Ayrıca sermaye sınıfının bunu inkar edip, herkesi Allah’ın yarattığını, verenin de alanın da Allah olduğunu iddia etmesi de emekçinin kafasını daha da karıştırmaktadır!

Sermaye sınıfı, yaşam karşısında sürekli zor durumda kalan emekçi sınıfının önüne din, millet, alkol, tütün gibi oyalayıcılar sürer. Emekçi sınıfının içine düştüğü açmazların sahte şifa çadırlarıdır bunlar.

Emekçinin edilgin bir yaratılan olması, onu her türlü kafa karışıklığına açık hale getirmektedir. Bu, emekçinin yumuşak karnıdır. Yaratıcısı olan sermaye sınıfı ise, emekçinin kendini bir sınıf olarak idrak edememesi için her yola başvurmaktadır.

Emekçi de her yola başvurup, bu bilinçlenmeyi gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Kendini idrak etmeli, kendi kültürünü yaratmalıdır. Emekçi sınıfının, kendinin bir sınıf olduğunun bilincine varmasından daha başka bir güce ihtiyacı yoktur. Bütün zamanlar için çözüm, sadece bir idrak sorunudur, emekçiler için.

Aydınlanmaktan başka, bir silaha ihtiyaç duymaması, emekçinin şansıdır. Sermayenin böyle bir şansı yoktur. O, iktidarı için, mutlaka başka silahlara ihtiyaç duyacaktır. Sermayenin sistemi, masrafları çok fazla olan bir sistemdir. Ama yararı, küçük bir azınlığa dokunabilmektedir ancak.

Emekçinin sistemi ise ucuz bir sistem olacaktır. Ama hem insan, hem dünya kazançlı çıkacaktır bundan. Tarih, sonsuz güzel günler için, emekçiden kendinin bir sınıf olarak farkına varmasını, kendi kültürünü yaratmasını beklemektedir.

Salt alın teri yetmiyor yol arkadaşım… Daha iyi anlamış olmamız gerekiyor dünyanın işlerini.  Ayaküstü söylenmiş sözler yetmiyor. Alın teri yetmiyor bir başına!

Silah diye düşüncemi doğrultuyorum haklı kavgamızda! Alın terin karışıyor düşünceme! Kavga sözcükleri sürüyorum fikrimin namlusuna! Alın terin düşüncemi tetikliyor! Budanan ağaçlar sürgün veriyor gelecek yıllar için…

Zelin Artuğ (Ülkü Öztürk Göçmen)

199 okunma
1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız (5 oy, ortalama: 5,00 / 5)
Loading ... Loading ...

Yorum yapma kapalı.