Anasayfa Anasayfa

Cangılda kuru bir yaprak


Zelin Artuğ

Huriye, camın önündeki divana oturmuş, sokağı gözlüyordu. Mahallenin çocukları kapının önünde toplanmış, büyük bir şamatayla dokuztaş oynuyorlardı. Huriye’nin üç yaşındaki torunu Mert de çocukların arasındaydı. Kızı ütücülük işi bulunca torununa bakmak da Huriye’ye düşmüştü. “Siyatiğim var, tansiyonum var benim” dediyse de dünürü Emine, çocuğa bakmayı üstlenmemiş, torun onun başına kalmıştı. Vermeyecekti kızı o çulsuza. Hiçbir işte dikiş tutturamıyordu. Babasının aksiliği, anasının “höt”lüğü bu oğlana geçmişti işte. Kaç işten kovulmuştu bu güne kadar.

 

Dünürü Emine de az rezillik çıkarmamıştı mahallede. Bu Nuray, anasının gözüymüş de bunu başkalarıyla fingirderken görmüşler de oğluna yamamışlar da…

Tutturmuştu kocası Saffet’e “ İşten çık, emekliye ayrıl” diye. “Madem her bir işe akılları eriyor, çalışsınlar, evi bundan sonra ikisi geçindirsinler.. Sen de beni kışın kaplıcalara götürürsün… Yol iz bilmiyorum, tek başıma gidemiyorum.” demişti. Ama asıl amaç gelini bunaltmak, işsiz güçsüz oğlana kaçmak neymiş, ona gününü göstermekti.

Sonunda gelinlerine Zeytinburnu’nda bir tekstil işi buldular. Asgari ücretle ütücülük… En azından otobüs parası vermeyecekti. Atölye, yürüyerek evden yarım saat uzaklıktaydı.

Huriye kucağındaki tuzsuz ay çekirdeklerini avcuna doldurup tepsiye boşalttı, tepsiyi öteye iteledi; dizlerinin üzerinde doğrulup camı açtı, çocuklara doğru bağırdı:

“Eneess! Gelirsem yanına, ayaklarını kırarım senin! Niye vurdun lan çocuğa, durup dururken?”

Kıçına tekmeyi yiyince şaşkınlıktan ve korkudan sus pus olup karşıki evin duvarına yaslanan Mert, anneannesini camda görünce, bastı yaygarayı. Bir yandan da parmağıyla Enes’i gösteriyordu.

Enes, burnunu çeke çeke, lastiği gevşediği için belinden düşen şortuyla boğuşuyordu. Sucuk gibi terlemişti. Galatasaray formalı tişörtünün etekleri neredeyse dizlerine kadar uzundu. Tişörtün üstünden beri şortun lastiğine ulaşamadığı için sinir tepesindeydi zaten. Camdaki şişman kadından bakışlarını hiç ayırmadan gözlerini kısıp alnını kırıştırdı, gruptan uzaklaşıp evlerinin yolunu tuttu. Eve üç beş adım kala “Anneeee! Kapıyı aç!” diye bağırdı. Huriye, uzaktan çocuğun boyun damarlarının öfkeden şiştiğini gördü. Camdan iyice sarkıp, Enes’e kapıyı açan annesi pikocu Neriman’a seslendi:

“Neriman! Makineden başını bi yol kaldır da şu oğluna bak! Gözetlemesem, utanmadan her gün pataklayacak ufacık çocuğu.”

Neriman, Enes’in incecik bileğini hışımla kavradı, boştaki eliyle de çocuğun ensesine tokadı patlatıp onu eve soktu. Enes, şortunun belini bırakıp elleriyle kafasını korudu. Şort iyice indi aşağıya.. Neriman, böyle döverek çocuğunu değil, şu koca götlü Huriye’yi cezalandırıyordu sanki. Bir yandan da söyleniyordu:

“Yürü çabuk banyoya! Şu üste başa bak! El âlemle başımı belaya sokacaksın benim!”

Anasının ite kaka banyoya soktuğu Enes, gözlerinden sicim gibi akan yaşlar suratının tozunu yıkayıp çenesine doğru süzülürken, içini çeke çeke ağlıyordu. Önce Mert durup dururken arkasından itip asabını bozmuştu, sonra da Mert’in o şişko anneannesi ortalığı kızıştırmıştı. Bu yetmezmiş gibi annesi de ensesine tokadı patlatıp onu azarlamış, ite kaka banyoya sürüklemişti.

Neriman, “Sus! Gebertirim seni!” diye sarstı omuzlarından çocuğu.

Enes’in alt dişlerine yapışık gibi duran sakız ağzından yere düştü, ayaklarından akan çamurlu sulara karıştı.

O akşam Nuray işten geç çıktı. Patron, yemek arasında işçilerle kısa bir toplantı yapmış, çalışma saatlerinin iki saat uzatıldığını söylemişti. Bu krizde ya işletme kapatılacaktı, ya da işçi çıkarılacaktı. Toplantı sırasında patron ağır ağır konuşurken, hepsinin gözlerinin içine dikkatlice bakmıştı. Nuray, patron kendisine gözlerini diktiğinde bakışlarını kaçırmış, elindeki kâğıt mendili çekiştire çekiştire parça pençik etmişti. Toplantı bittiğinde patron dört işçiyi odasına çağırmıştı. İşçilerden biri saf saf sormuştu: “Yemekten sonra mı gelelim Recep Bey?”

Patron ters ters bakmıştı işçinin suratına:

“O kadar zamanım yok. Merter’deki atölyede toplantı yapacağım. Hemen gelin odama!”

O öğlen, dört işçi yemeğe gelmediler. Yemekten sonra da görmedi onları Nuray. Veda etmelerine bile izin vermemişti patron.

Atölyede işçilere yemek yapan kadın, yemeğini verirken Nuray’a fısıldadı:

“Dört kişilik eksik hazırlattı bugün yemeği. Anlamıştım zaten… Piyango kime vuracak bakalım, diyordum.”

Nuray, yemekten sonra tuvalete gitti, lavaboda, cepten kocasını aradı:

“Ahmet, bu akşam beni almaya saat sekizde gel, tamam mı? Boş ver, akşam anlatırım.

Telefon boşa yazmasın şimdi, kapat!” dedi.

Yarım saatlik molanın on beş dakikası, patronun işçiye gözdağı vermesiyle geçmişti. Yağlı salçanın içinde yüzen birkaç patates parçasından oluşan öğlen yemeği on dakika sürmüş, geriye kalan zamanda da tuvalete gidip, Ahmet’e telefon etmişti.

İşinin başına döndü. Oğlu Mert’i düşündü. İki saat daha geç gideceklerdi çocuğu almaya.

Çocuk iyice huysuzlanacak, anneannesini canından bezdirecekti. Tabii. Anasının bitmez tükenmez yakınmaları da Nuray’ı…

Çocuğu alıp giderlerken Huriye taşlıkta kızının kolundan çekti: “Dur kız, saçında böcek yürüyor!” dedi. Nuray oldum olası çok korkardı böcekten. “Ay anne!” diye bir çığlık attı. Huriye sinirlendi:

“Sus kız, milleti camlara toplama akşam akşam!” diye azarladı kızı.

Saçındaki böceği alıyormuş gibi yapıp kulağına fısıldadı:

“Senin serseri kocan bi garsonluk işi falan bulamadı mı daha kız? Kör besler gibi bunları mı besliycen sen? Bak haberin olsun, kışa kadar bakarım çocuğa.”

“Anne sus, duyacak!” dedi Nuray, yürüdü kocasının peşinden.

Ahmet, Mert’i omzuna bindirmiş, salına salına yürüyordu önden. Çocuk yarı uyur yarı uyanık, babasının omzunda tespihböceği gibi sağa sola kıvrılıp duruyordu.

Eve geldiler. Ahmet, oğlanı omzundan indirdi. Zile bastı. Evde ışıklar sönüktü. Bir daha…bir daha bastı zile. Kapıyı açan olmadı. Anahtarını çıkarıp, kilide soktu. Tam anahtarı kilitte döndürüyordu ki arkasında Kunduracı İhsan’ın sesini duydu:

“Başın sağ olsun Ahmet, amcanı kaybetmişsin!”

Ahmet, elini kapının pervazına dayadı, İhsan’a döndü, öylece boş boş baktı kunduracıya.

Kunduracı İhsan, Ahmet’in haberi olmadığını anladı, “boşboğazlık ettim galiba” diye düşündü. Ama eninde sonunda öğrenmeyecek miydi zaten, diye de kendini avuttu. Bildiklerini anlattı:

“Öğleye doğru kahvede cebini aradılar Saffet abinin. Çok üzüldü. En büyükleriymiş galiba… Akşamdan gideriz köye, diyordu. Üzülme be Ahmet, ölenle ölünmüyor. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.”

“Sağ ol abi.”

İhsan, “Eyvallah!” dedi, yoluna devam etti.

Ahmet, bir sigara yaktı. Kibriti üfleyip sokağa fırlattı, sigarasından derin bir nefes çekti, dumanını savurdu, gözünde biriken yaşları göstermemek için başını arkaya çevirdi.

Nuray, artık uykuya karşı duramayan oğlunu kucağına almış, öylece dikiliyordu kapının yanında. Kocasının köydeki akrabalarını kulaktan dolma bilgilerle tanırdı. Çekinerek sordu:

“Hangi amcan Ahmet?”

Ahmet, karısına bakmadan yanıtladı:

“Cinibiz…”dedi.

Hafif esen rüzgârın iteleyip kapının eşiğine sürüklediği kuru bir çınar yaprağı, esintiyle titriyordu. Yere eğildi, çınar yaprağını eline aldı, kapıyı açtı.

“Sen çocuğu yatır. Ben biraz dolaşıp gelirim dedi.

Nuray, çocuk kucağında içeri girdi, üzüntülü gözlerle Ahmet’e baktı, kapıyı omzuyla itip örttü.

Ahmet, elindeki kuru yaprağı sapından tutup çevirerek deniz kıyısına doğru yürüdü. Kıyıda, boş bir bank görüp oturdu. Sigara yakmak için eli gömleğinin cebine gitti. Paketi çıkardı. Tek sigarası kalmıştı. Paketin yerine kuru çınar yaprağını koydu gömleğinin sol cebine. Sigarasını yakıp, paketi buruşturdu, ilerdeki çöp kutusuna fırlattı. Tutturamadı… Çöpün arkasındaki çimenliğe düştü buruşuk kâğıt.

Çocukken okul tatilinde onu köye yollamışlardı. Amcasıyla dağdan odun getirdiği günü anımsadı. Amcaoğlu İrfan’ın saz çalışı… Birlikte tuzak kurup bıldırcın avlamaları… Amcakızı Gülfidan’ın düğününde kendinden beş yaş büyük İrfan’a uyup zom olması… Cinibiz’e görünmemek için o gece samanlıkta uyumaları…

Sesli sesli “Hey gidi Cinibiz… Gittin ha!” deyip iç çekti. Sabah ilk otobüste yer bulabilirse, cenazeye yetişirdi. Kalktı. Akşamları hava serin oluyordu. Gömleğinin yakalarını kaldırdı, omuzlarını kıstı, kafasında amcası Cinibiz’le ilgili, köyle ilgili çocukluk anıları… Gömleğinin sol cebinde cangılda bulduğu kuru yaprak… Elleri cebinde evin yolunu tuttu.

 

Zelin Artuğ (Ülkü Öztürk Göçmen)

173 okunma
1 Yıldız2 Yıldız3 Yıldız4 Yıldız5 Yıldız (8 oy, ortalama: 5,00 / 5)
Loading ... Loading ...

Yorum yapma kapalı.