Ali, dirseğini deniz kıyısındaki korkuluğa dayadı, ağır ağır suya batan teneke güğüme kaçamak bir bakış attı. Yarısı su dolu güğüm, sapına iple bağlanmış iki bardakla birlikte denizin derinliğine inip gözden yiterken o günkü kazancı, yarına dair umudu, insana inancı da yitiyordu. Elini cebine attı, o günkü kazancını yokladı. Yeni bir güğüm almaya çıkışmazdı parası. Bir an, soyunup suya atlamayı, zabıtalar gelmeden güğümü çıkarıp kaçmayı geçirdi aklından. Yüzme bilmiyordu. Suya dalıp bir daha çıkamamak da vardı işin ucunda. Biri atlar, kurtarırdı belki, ama kim yapacaktı? Kıyıdaki kalabalığa bir göz attı. Eminönü, insan kaynıyordu. Çımacılar, dolmuş taksi kâhyaları, halka tatlısı, şambali, turşu suyu, sepette lahmacun, balık ekmek satıcıları, midyeciler, allı morlu giysileriyle Anadolu’nun her yanından, iş arayan erlerinin ardı sıra gelmiş köylü kadınlar… Gördükleri her ilginç şeye sümüğünü çeke çeke bakarak analarının ardında sürüklenen, bazen analarının elinden kurtulup koşarken düşüp yaygarayı basan çocuklar…
Yazının tamamını okuyun »